Gemilerin Bermuda Şeytan Üçgeni’nden geçmediğini az çok hepimiz biliriz değil mi? Ancak kimsenin bilmediği bir şey varsa o da Drake Geçidi’nin en az orası kadar tehlikeli olduğu.
Peki ama bir geçidi böylesine tehlikeli yapan şey tam olarak ne? Beraber inceleyelim.
1525 yılında keşfedilen Drake Geçidi, Pasifik Okyanusu’nu Atlantik Okyanusu’na bağlar ve Güney Okyanusu hemen altında yer alır.
Bu geçit, 514 kilometre genişliğinde olup ortalama 3.398 metre derinliğe sahiptir. Yani eğer bir şeyi suya düşürürseniz, onu geri almanız neredeyse imkânsız.
Drake Geçidi, üç büyük okyanusun kesişim noktasında bulunur ve dar bir alan olduğu için atmosferik siklonlara maruz kalır.
Güney Okyanusu’ndan gelen güçlü rüzgârlar, kara tarafından engellenmediği için dünyanın dört bir yanında etkili olabilir. Bu güçlü rüzgârlar, 28 metre yüksekliğe ulaşabilen dev dalgaların oluşmasına neden olur.
1914 yılında Panama Kanalı’nın açılmasına kadar birçok deniz yolu yalnızca Drake Geçidi’ne bağımlıydı.
Bu nedenle yüzlerce gemi, dünyanın en tehlikeli deniz rotasından geçmek zorundaydı. Günümüze kadar 800 geminin Drake Geçidi’nde battığı ve yüzlerce insanın hayatını kaybettiği söylenmekte.
En son 2022 yılında Viking Polaris adlı kruvaziyer gemisi şiddetli dalga tarafından vuruldu, bir yolcu hayatını kaybetti ve sekiz kişi yaralandı.
Drake Geçidi’nin suları o kadar dalgalıdır ki gemide seyahat edenler, yemeklerini yapışkan matlarla sabitlenmiş tabaklardan yemek zorunda kalır.
Drake Geçidi, gezegenimiz için tamamen kötü sayılmaz tabii. Bu ünlü deniz yolu, Antarktika için soğutma gücü sağlıyor. Güney Amerika’ya kara köprüsü ile bağlı olmadığından, kuzeyden gelen hava kolayca güneye akmıyor ve Antarktika’nın soğuk kalmasına yardımcı oluyor.
Eğer Drake Geçidi Antarktika’yı Güney Amerika’dan ayırmasaydı, Antarktika etrafındaki buz kütlesi eriyebilir ve bu da deniz seviyelerinin yükselmesine neden olabilirdi.
Bu arada söylemeden geçmeyelim, sosyal medyada gördüğümüz “Denizler hakkında korkunç 10 gerçek” gibi videoların çekildiği noktadır kendisi. Hoise The Colours kulağınızda yankılandı değil mi? 🙂
